16 Temmuz 2007 Pazartesi

Naturel wallpaper

desktop wallpaper

mountain wallpaper

Ancient

Ancient, 1992’de vokalist Aphazel’in solo projesi olarak Norveç’te başladı. Aphazel, tarzını atmosferik ve dark black metal olarak belirledi ve kadroya vokalist ve davulcu Grimm dahil etti. Grup, 93 ve 94’te çıkardığı iki demo "Eerily Howling Winds" ve "Det Glemte Riket" ile kısa sürede underground black metal piyasasında iyi bir yer edindi. Topluluğun potansiyelinin farkına varan Listenable Records / Osmose, Ancient’ın ilk albümü olan "Svartalvheim"i çıkarttı. Büyük ilgi gören ve önemli bir satış rakamına ulaşan çalışma, bugün black metal klasikleri arasında yer alıyor.

Bir yıl sonra mini albüm "Trolltaar" geldi. Bu, Grimm in Ancient’la birlikte son gerçekleştirdiği son projeydi. Daha sonra müzikal kariyerini başka alanlarda sürdürdü. Aphazel zaman kaybetmeden Amerika’ya taşındı ve gruba vokalist olarak Grand Belial‘s Key ve Thokk gruplarında gösterdiği performansla dikkat çeken Lord Kaiaphas’ı dahil etti. 1996’da grup, Metal Blade Records’la geniş kapsamlı bir kontrat imzaladı, Kimberly Goss Kjetil’in de katılımıyla "The Cainian Chronicle"isimli albümü piyasaya sundu. Bu başarılı çalışmayı Avrupa turnesi ve "Lilith’s Embrace" adlı video takip etti.

Sonraki yıl gitarist ve klavyeci Jesus Christ ve bayan vokal Ericte’nin de gruba dahil olmasıyla "Mad Grandiose Bloodfiends" albümünü çıkarttılar. 98’de büyük bir dünya turnesi geldi. Amerika’da yaşamaktan sıkılan Aphazel, Deadly Kristin’le tanıştıktan sonra İtalya’ya geri dönme kararı aldı. Bir yıl sonra da yeni davulcu Krigse ve Jesus Christ’la birlikte "The Halls Of Eternity" albümünü kaydettiler. Bu albümle grup ilk zamanlarındaki gibi daha sert ve gitar ağırlıklı tarza dönüş yaptı. "The Halls of Eternity"nin ardından Dhilorz basa geçti ve kısa sürede gruba uyum sağladı.

Daha sonra İskandinavya turu geldi ve sonrasında Krigse hem kişisel sorunlarından hem de müzikal farklılıklardan dolayı gruptan ayrılarak yerini İtalya sahnesinden tecrübeli davulcu Grom’a bıraktı. Ancient, yeni elemanları Dhilorz ve Grom’la çıktığı 2000 Wacken Festivali’nde mükemmel bir performans gösterdi. Yeni albümleri için materyaller hazırlamaya hemen başlayıp 2000’in Eylül ayından Nisan’a kadar Grom’un kişisel stüdyosunda yeni şarkılar üzerinde çalıştılar. Bu çalışmaların ardından Haziran 2000’de mini albüm "God Loves The Dead" piyasaya sürüldü. Abümde bazı yeniden düzenlemeler ve cover çalışmalar ile "Trolltaar"ın yeni kaydı yayınlandı. Daha sonra bazı Avrupa turneleri geldi ve yeni albümü tamamlamak için bir kez daha stüdyoya girdiler.

Ancient, King Diamond dan Andy La Rocque’nin stüdyosu Los Angered Recording’de mixer olan Jocab Hansen’le çalışmaya başladı. Bu çalışmalar sonucu gelen yeni albüm, Ancient’in o ana kadarki en iyi performaslarından biriydi. Ayrıca eski işlere oranla yapımda da çok daha başarılıydılar. Ve sonuç herkesi memnun bırakacak derecede iyi oldu. Ancient en son "Proxima Centauri" adında bir albüm çıkardı. Grup, eski çalışmalarına göre daha agresif bir yapıya sahip olan bu albümün tanıtımını da çeşitli turnelerle gerçekleştirdi.

Anathema


Faith Is Lost"un kayıtlarına başladı. 1991 Temmuzunda çıkan demoya tepkiler çok iyiydi ve onlara ilk 7" anlaşmasını sağladı. "They Die" albümü, İsviçreli Witchunt Kayıt Şirketi tarafından piyasaya sunuldu ve ilk baskı hemen tükendi.

Bu başarının ardından Peaceville Kayıt Şirketi, grupla ilgilenmeye başladı. "Lovelorn Rhapsody" isimli şarkıları, Academystüdyosunda Peaceville’in yapacağı bir toplama albüm (Peaceville Vol.4) için kaydedildi. Bunun üzerine şirket, Anathema ile bir anlaşma imzaladı.

1992 Kasımında "The Crestfallen"’ın çıkışı ile grubun 4 albümlük anlaşması başlamış oldu. "Crestfallen", Academy stüdyolarında Hammy adlı bir prodüktör tarafından kaydedilmişti. Cannibal Corpse’un alt grubu olarak çıktıkları İngiltere turnesi, Anathema’nın iyi bir sahne grubu olduğunu göstermişti.

"Serenades" albümü de, Hammy yapımı olarak Academy stüdyolarında kaydedildi ve 93 Kasımında yayınlandı. Bu çalışma, piyasada büyük bir yankı uyandırdı ve bir çok olumlu tepkiyi beraberinde getirdi. Anathema, Kerrang Indie listelerine 2 numaradan girdi ve metal hammerda ayın albümü seçildi. "Sweet Tears" klibi, Mtv’de birçok kez yayınlandı ve albüm çalışması, ayın albümü adayları arasında yer buldu. İngiltere turnesini Avrupa’da bazı festival performansları izledi. Mtv Headbangers Ball’un Peaceville Kayıt Şirketi için hazırlanan bir bölümünde, At The Gates ve My Dying Bride ile birlikte çaldılar.

At The Gates ile çıktıkları turne, Anathema’nın, İngiltere’nin gelecekteki en güçlü rock gruplarından biri olacağı görüşünü ortaya koydu. 1994’ün Ocak ayında biten turnenin ardından Academy stüdyolarında "Pentecost III"ü kaydettiler. Bu albüm, onların melodik ’dark metal’de gerçek bir güç olmalarını sağladı.

Grup, "The Silent Enigma"yı kaydedinceye kadar Avrupa’da sürekli konserler verdi ve Noise Mathers, Headbangers Ball ve Brezilya Mtv’sinde kendisine yer buldu. "Silent Enigma", vokalist Darren White olmadan yapılan ilk albümdü. Gruptan ayrılan White’ın yerini gitarist Vincent aldı. Black Sabbath ve Pink Floyd’un kuzey doom (Paradise Lost ve My Dying Bride) tarzına uyumu "The Silent Enigma"yı doğurdu. Bu albüm, orkestral düzenlemeleri ile heavy metale değişik bir boyut kazandırdı. Anathema, Cathedral ve Paradise Lost ileturneye çıktıktan sonra 23 Ekim’de "The Silent Enigma"yı piyasaya sundu.

Grup, fazla vakit kaybetmeden Fon stüdyolarına girdi. Sheffield’daki bu stüdyoda 2 gün kaldılar ve memnun kalmadıkları için the Windings Stüdyosu’na geçtiler. Bir çiftlik içinde bulunan bu stüdyoda Tony Platt ile başlanan kayıtlar "Eternity" albümünü oluşturdu. Bayan vokalleri Michelle Dominion yaptı.

Albüm sonrası çıkılan uzun turnenin ardından 1998’de grubun kuruluşundan beri davulları çalan John Douglas ayrıldı ve yerine Soulstice davulcusu Shaun Steele geldi. Konserde session klavyeci olarak görev yapan Les de, Cradle of Filth’e transfer oldu. Yerine My Dying Bride kemancısı Martin Powell geldi. Aynı yıl "Alternative 4" piyasaya çıktı. Albümün sunuluşundan sonra basçı ve melankolik söz yazarı Duncan Peterson gruptan ayrıldı ve yerine Anathema ve My Dying Bride’ın albüm kapaklarını çizen Dave Pybus geldi.

Bu albümün ardından grubun Peaceville ile olan anlaşması bitti, peşlerinden koşan onca firmaya rağmen onlar Peaceville’in bir üst etiketi MFN ile anlaşarak herkesi şaşırttılar. Bu arda davulcu Shaun Steele gruptan ayrılarak yerini eski davulcu John Douglas’a bıraktı.

Yeni oluşan kadroyla grup, 99’da en karanlık albümlerinden olan "Judgement"ı çıkartarak müthiş bir başarı yakaladı. Çalışma, 20 ayrı dergide ayın albümü olarak gösterildi. Topluluğa Tiamat, Tristania, Moonspell gibi gruplarla turneye çıkma şansı verildi.

"Judgement" albümü Kit Woolven prodüktörlüğünde, Ventimiglia’da (İtalya) bulunan Damage Inc. stüdyolarında 3 ayda kaydedildi. (Grup elemanları kayıtlar sırasında uyuşturucu kullandıkları gerekçesiyle bir nezarette geçirdiler.) Albümün İngiltere dışında kaydedilmesinin sebebi, bu ülkedeki stüdyoların çok pahalı olması ve grup elemanlarının yalnız kalmak istemeleriydi.

"Eternity" albümünün turlarında grubun kalvyelerini çalan Les Smith’in 2001 yılı başında gruba katılmasıyla 2001 yazında Chapel’daki (İngiltere) Windings Stüdyoları’nda "A Fine Day Exit" kaydedilmeye başlandı. 1 Ocak’ta sunulan albümün yapımcılığını Nick Griffith yaptı.

Albüm kayıtlarının ardından Temmuz ayında Dave Pybus gruptan ayrıldı ve George Roberts gruba basçı olarak dahil oldu.

Anastacia


Anastacia Newkirk, 17 Eylül 1974’te New York City’de dünyaya geldi ve bir süre sonra annesiyle birlikte Chicago’da yaşamaya başladı. 13 yaşındayken bir bağırsak hastalığı olan krona yakalandı. Psikolojik sorunlara da sebep olan, duyguların, varolduğu şekilde dışa vurulmasını engelleyen bu hastalıkla savaşan Anastacia, yaşadıklarını, "Bu durumun sadece zararı değil, yararı da oldu. Gerçekten kim olduğumu keşfetmemi sağladı. Kron hastalığı, kendi öz duygularıma açılan bir pencere oldu. Onun sayesinde hayatın her anını daha dolu yaşamayı öğrendim." şeklinde yorumluyordu.

Yaşadığı zorluklar ve çıkardığı bu dersler, onu her alanda güçlendirdi. Gençlik öncesi dönemine kadar yaşadığı Chicago’dan 14’ünde ayrılarak Manhattan’ın batı bölgesine yerleşti. Catskills isimli bir otelde ve East Coast gece kulüpleri zincirinde şarkıcı olan babası ve Broadway müzikallerinde oyuncu olan annesi boşanmış olsa da, bunun olumsuz etkisi, ailesinin böylesine sanatla içiçe olmasının kazandırdıklarının yanında zedeleyici olmamıştı. Evlerindeki bu olumlu atmosfer, genç kızın sanata karşı olan hislerini güçlendirdi ve onu bir anlamda cesaretlendirmiş oldu.

Anastacia, Manhattan’daki Professional Children’s School’dan (Profesyonel Çocukların Okulu) mezun olduktan sonra annesiyle birlikte Barbra Streisand ve Elton John kayıtlarını seslendirdi. Ablası da dans müziğiyle ilgileniyor, New York Kulüp 1018’de zaman geçiriyordu. Genç kız, serbest tarzla ve house müziğiyle, onun sayesinde tanıştı. "Önce ne olduğunu tam olarak kestirememiştim. Ama daha sonra ritmik tarzıyla beni çok etkileyen bu müziğin duygularımı yönlendirdiğini hissettim. Aslında şu anki şarkı söyleme tarzımı da şekillendiren o oldu. Şarkılarım tıpkı danslarım gibi serbest. Onları müziğin beni götürdüğü yerde söylüyorum..."

Bu etkilenmenin ardından ilk hedefini, dansçı olarak ün yapmak olarak belirledi. Bir süre sonra "Club MTV"de, aralarında Salt-N-Pepa’nın "EverybodyGet Up" ve "Twist and Shout"unun da bulunduğu çeşitli kliplerde boy gösterdi. Ve Anastacia’nın da müzik dünyasına yaptığı giriş, alışılmış bir şekilde gerçekleşti. Gösteri sonrası, genç kızı dikkatle izleyen bir yapımcının sözleri yolunu açtı, ardından peşisıra gelen tekliflerle yolu belirginleşmeye başladı.

Anastacia, her zaman kendini gerçek bir sanatçı olmaya hazırlamıştı. Demo şarkıcısı veya arka vokalistlik ona göre değildi. Zaten üstün yetenekleriyle bu vasıflardan üstün olmayı hak edeceği günler çok yakınındaydı. Güçlü sesi ve yüksek performansıyla becerisini keşfedenleri yarı yolda bırakmayacak, herkesin güvenini kazanmayı başaracaktı.

Ve şöhretin kapısı, 27 Mart 2001’de tam olarak açıldı. Epic Kayıt Şirketi etiketiyle piyasaya sunulan ve Sony Music tarafından dağıtımı üstlenilen "Not That Kind", Anastacia’yı tüm dünyaya tanıtan albüm oldu. Şarkıların dışında, bilgisayarda gösterilebilen çoklu ortam (multimedya) içeriğine de sahip olan çalışmada çok sayıda yetenekli müzisyenin emeği vardı. Gitar ve klavyelerde Eric Kupper, gitarlarda Chris Goercke, Vernon Black, Rob Bailey, Careth Prosser, klavyelerde, davulda ve programda Louis Biancaniello, bassta Gary Haase, davullarda ve geri vokallerde Sam Watters, yine davullarda Richie Jones, Steve Wolfe, perküsyonda Luis Conte ve arkaplan vokallerde BeBe Winans, Audrey Wheeler, Craig Derry ve Nicky Richards, Anastacia’nın etkili sesine eşlik etti.

Yapımcılığını Ric Wake, Louis Biancaniello, Sam Watters, Evan Rogers ve Carl Sturken’in yaptığı "Not That Kind", 21. yüzyıl r&b tarzını yansıtıyordu. 13 şarkıdan oluşan albüm, müzikseverler tarafından büyük beğeniyle karşılandı. Anastacia şarkıları onlarca ülkede dinlenmeye başlamış, birçok müzik televizyonu genç şarkıcının video kliplerini listebaşı yapmıştı.

Bir süre sonra, 18 Haziran 2002’de yine Epic etiketiyle "Freak of Nature" albümünü çıkardı. Anastacia’yı yeni tanımaya başlayan müzikseverler, bu çalışmayla ilgilerini hayranlığa dönüştürdüler. Şarkıcı, onlarca prestijli televizyon programında ve sahne gösterisinde yer alarak ününe ün kattı ve şarkılarını en iyi şekilde tanıtmayı başarmış oldu. İlk tanıtım durağı ise dünyaca ünlü VH1 müzik televizyonunun düzenlediği ve genç şarkıcının Celine Dion ile düet yaptığı "VH1 Divas Las Vegas" etkinliğiydi.

"Freak of Nature", New York’taki Sony Müzik Stüdyoları’nda iki ayda kaydedildi. Albüm, Jennifer Lopez, Diana Ross, Celine Dion gibi isimlerin çalışmalarından hatırlayacağımız Grammy ödüllü yapımcı Rick Wake ile Anastacia’yı yeniden bir araya getirdi. Ayrıca ilk albümünde imzası bulunan Sam Watters ve Louis Biancaniello da "Freak of Nature"da emeği geçenler arasındaydı. Rick Wake, 12 şarkının 7’sinin yapımını üstlendi. ("Freak of Nature", "I Dreamed You", "Paid My Dues", "Over Due Goodbye", "How Come The World Won’t Stop", "Why’d You Lie To Me" ve "Secrets") Anastacia; bu albümde, yazar Billy Mann, Damon Sharpe ve Greg Lawson ile de birlikte çalıştı.

Ve 2003... Anastacia, 2003’e de hızlı girdi. Yılın en önemli filmlerinden biri olan Oscar adayı "Chicago"nun film müzikleri arasında Anastacia’nın "Love Is a Crime" adlı çalışması da yer aldı.

Genç şarkıcının aldığı sayısız ödül arasında; İtalya Müzik Ödülleri’nde "En İyi Kadın Sanatçı", Almanya’nın 2002 Bambi Ödülleri’nde "En İyi Uluslararası Pop Şarkıcısı", Hollanda’nın Edison Müzik Ödülleri’nde "En İyi Uluslararası Bayan Şarkıcı", 2001 World Music Awards’da (Dünya Müzik Ödülleri) "En İyi Uluslararası Yeni Sanatçı", Viva Comet 2002’de "En İyi Uluslararası Oyuncu" ve 2001 MTV Avrupa Müzik Ödülleri’nde "En İyi Kadın Pop Şarkıcısı" ünvanları bulunuyor. Ayrıca 2002 Fifa Dünya Kupası için düzenlediği "Boom" isimli parçayla iki de Brit ödülüne aday gösterildi Anastacia...

Ve küçük notlar... Anastacia’nın sırtında, sonsuz yaşamın simgesi anlamına gelen bir ’ankh’ işaretinin dövmesi bulunuyor. Ayrıca kendisine şans getirdiğini düşündüğükelebeklere büyük ilgi duyuyor. Bazı kıyafetlerinde ve birçok şarkısının sözünde bu sevimli, küçük yaratıklara rastlamak mümkün... Ve "Anastacia" ismi... Yunanca’da "Yeniden yükselecek kişi" anlamına geliyor... Genç şarkıcının, adı gibi daima yükseklerde olacağı kaçınılmaz... Tabii çizgisini ve özgün tarzını bu şekilde sürdürmeyi başarırsa...

Alien Ant Farm


Yeni dönem rock gruplarından Alien Ant Farm, ortak bir kariyere sahip olan dört arkadaş tarafından 1996’da kuruldu. Grubun kadrosu, gitarda Terry Corso, vokalde Dryden Mitchell, davullarda Mike Cosgrove, ve basta Tye Zamora’dan oluşuyor.

"Alien Ant Farm" ismi, Corso’nun hayallerinden birinin sonucudur. Genç adam bir gün ofisinde otururken, "insanların yaratıklar tarafından yaratıldığı" hakkında düşüncelere kapılır. İnsanların karıncalara benzer bir şekilde ve karınca çiftliklerinde büyütüldüğünü hayal etmiştir. Düşüncelerini arkadaşlarına anlatır ve bu isim üzerinde karara varılır. Artık müzik dünyasında "Alien Ant Farm" (Yaratık Karınca Çiftliği) dönemi başlıyordu...

Grup üyeleri oldukça erken bir yaşta müzikle tanıştı. Mitchell, çoğunlukla gitar çalan babasından etkilenmişti. Cerso Kiss Records dinleyerek büyümüştü ve bir bant atölyesinde gitar ile bateri çalmayı ve şarkı sözü yazmayı öğrendi. Cosgrove çocukluğundan beri bateri çalmayı istemişti ve bunu en sonunda başardı. İlerleyen yaşlarında da bateri dersleri alarak kendini geliştirdi. Zamora’nın ilk enstrümanı bir gitardı. Zaten Zamora, Boston ve The Queens ile gitar çalma pratiği olan biriydi. Alien Ant Farm kısa bir sürede grubu oluşturdu. Hemen ardından yerel radyoların listelerine katılarak seslerini daha iyi duyurma imkanını elde etti.

Alien Ant Farm’ın 1999 daki sahneye ilk çıkış albümü, "Greatets Hits" olarak adlandırıldı ve bu albümle grup, oldukça iyi tepkiler alarak müzik dünyasına hızlı bir giriş yapmış oldu. Çeşitli küçük yarışmalara katılıp bir çok birincilik elde ettiler. Ayrıca ülkelerindeki bazı festivallerde de sahne aldılar. Albümleri, LA Müzik Ödülleri yarışmasında "Best Independent Albüm" (En İyi Bağımsız Albüm) ödülünü almaya hakkazandı. Alien Ant Farm, Papa Roach’la turnelere gitmeye başladı. Papa Roach, ünlü olduğu andan itibaren, Alien Ant Farm’ın adını ulaştığı her yere yaymaya başladı.

Sonunda grup, Papa Roach’un etiketi olan New Noize’un imzası ile etiketlendi. DreamWorks katkılarıyla Mart 2001’de, Alien Ant Farm "ANThology"yi yayınladı. Albümde, Michael Jackson’ın "Smooth Criminal" isimli şarkısına yer verildi ve bu, grubun en gözde cover çalışmalarından biri oldu. Sonrasında grup, gelecek için albümlerinde film müziklerine yer vermeyi de planladı. Bunlardan biri 2001 yılındaki "American Pie 2" oldu, 2002 yılında da "The Late Show"da boy gösterdiler. Böylece Alien Ant Farm Avrupa’daki müzisyenlere ulaşma şansını yakaladı.

Tarih 2002 yılının bahar aylarını gösterdiğinde grup, "Örümcek Adam"ın film müziklerinden birine imzasını atarak gördüğü ilgiyi ikiye katladı. "Bug Bytes" adlı şarkıyla ününe ün katan topluluk, birkaç gün sonra acı bir sürprizle karşılaşacaktı...

Alien Ant Farm grubu elemanları, otobüsle Lizbon’a doğru giderken ciddi bir trafik kazası geçirdi. Saat 02:20 sularında gerçekleşen kazada otobüs şöförü yaşamını yitirirken üyeler yaralı olarak hastaneye kaldırıldı. En ağır yaralı, boynu kırılan Mitchell oldu. Corso’nun ise sol bacak kemikleri kırıldı. Zamora’nın sağ ayak parmağı zedelenirken Cosgrove ise şans eseri kesikler ve sıyrıklarla kazadan kurtulmayı başardı. Uzunca bir iyileşme sürecinin ardından normal yaşamlarına geri döndüler.

Omurgası zedelenen Mitchell, bazı kalıcı sinir sıkışmaları nedeniyle zor günler geçirdi. Alışmanın kolay olmadığını, bu olayın kendisine ağır bir güneş yanığı hissi verdiğini ancak şikayet etmeyi de çok doğru bulmadığını söylemişti. Çünkü diğer iki alternatifin de telafisiz olacağınıbiliyordu; ’tekerlekli sandalye’ veya ’ölüm’!

Tüm albüm çalışmalarına ve turnelerine ara vermek zorunda kalan Alien Ant Farm, yaralarını önemli ölçüde sararak birkaç ay sonra yeniden bir araya geldi. Tarih 19 Ağustos 2003’ü gösterdiğinde grubun yepyeni albümü "truANT" raflardaki yerini aldı. Kolay akılda kalan melodileri, pop ve punk enerjisini tümüyle hissettiren ilginç ritmik değerleri ve tadımlık latin ezgileriyle oldukça kaliteli ve başarılı bir albüm olan "truANT"ta, ilişkilere dayandırılan, çaresizlik ve hüzün ihtiva eden şarkı sözleri yer alıyor. Bu durum, grubun içinde bulunduğu sıkıntılı dönemin de psikolojik bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Albümde öne çıkan şarkılar arasında, "Drifting Apart", "These Days", "Goodbye" ve "Rubber Mallet"ı saymak mümkün.

Albümün çıkışından bir süre sonra, 2003 sonbaharında, Alien Ant Farm, bazı konularda uzlaşamadığı gitarist Terry Corso ile yollarını ayırdı. Yeni kurulduğu günlerde grubun sözcüsü gibi görünen ve röportajlarda ön planda yer alan Corso, "Aslında biz sıradan insanlarız. Ama konu müziğe ve dinleyenlerimize geldiğinde her şeyi ikinci plana atar, onlar için en iyisini yapmaya çalışırız" diyordu. Ancak anlaşmazlıklar sonucu en önemli değerlerinden saydığı dinleyenlerini bırakıp gruptan ayrılmak zorunda kaldı. O dönemdeki turnelerde gitarlar Victor Camacho’ya emanet edildi.

Alanis Morissette


Alanis Morissette ’90’lı yılların en ani ve etkileyici çıkışlarından birinin sahibidir. Çocukluğunda kamera karşısına da geçmiş olan Morisette’ın müziğe ve değişime olan ilgisi onun başarısında büyük pay sahibidir. 1 Haziran 1974’te Ottawa Kanada’da doğan Alanis Morissette kendi tarzını, pop ritimleri ve hafif hip-hop havalarıyla süsleyerek üçüncü albümü "Jagged Little Pill" ile bir yıldız olmasını bildi. Liz Phair ve Tori Amos ile birlikte müziğe yeni bir soluk getirdiler.

Doğduğu ve büyüdüğü Kanada’da, gençliği boyunca piyano çaldı, şarkı sözleri yazdı. On yaşındayken, "You Can’t Do That" isimli bir çocuk programında rol almaya başladı. Programdan kazandığı parayı kullanarak bir 45’lik: "Fate Stay With Me"yi çıkardı. Televizyon işini bıraktıktan sonra, müziğe odaklandı ve ilk kontratına 14 yaşında MCA/Canada ile imzasını attı.1991’de Toronta’ya yerleşen sanatçının ilk albümü burada piyasaya sürüldü: "Alanis".

Kanada’da 100,000’i aşkın kadar satan ve kendisini "En Genç Yetenek" dalında Juno Ödülü’ne götüren "Alanis" pop-tabanlı dans ezgiler ve ağır ritimli parçalar içeriyordu. Ancak diğer ülkelerden albüme hiç ilgi gösterilmedi. 1992’de ilk albümüne benzeyen "Now Is The Time" piyasaya sürüldü. Daha önceki albümü gibi "Now Is The Time" da, her ne kadar "Alanis"in yarısı kadar satsa da Kanada’da büyük ilgi gördü. Bu albümden sonra Morissette 1994’ün başlarında Glen Ballard ile tanışacağı Los Angeles’a taşındı. Ballard daha önceleri Michael Jackson’ın hit parçası "Man In The Mirror"ı yazmış, Wilson Phillips’in ilk albümünün yapımcılığını üstlenmiş ve David Hasselhoff ile birlikte çalışmıştı. İkilinin tarzı pop olsa da, birlikte daha uç, alternatif rock’a daha yakın müzik yapmaya karar verdiler. Çalışmalarının sonunda Maverick Records’dan "Jagged Little Pill" ortaya çıktı.

"You Oughta Know" 45’liğinin etkisiyle "Jagged Little Pill" 1995 yazında çıkar çıkmaz büyük yankı uyandırdı. Çok geçmeden, MTV ve radyolarda en çok istenilen parçalardan oldu, böylece daha geniş kitlelerce de tanınan "You Oughta Know" İlk On’a kolayca girdi ve bir çok platin plak ödülü aldı. "Jagged Little Pill"deki ikinci ve üçüncü 45’likler "Hand in My Pocket" ve "All I Really Want"ın da yardımıyla albüm uzun süre listelerde kaldı. 1996’nın başlarında, altı Grammy’ye aday gösterildi. Kısa süre sonra dördüncü 45’liği ve en başarılı bulunan çalışması olan "Ironic"i çıkartan Alanis Morissette o yıl "Yılın Albümü" ve "Yılın Şarkısı" dallarını da kapsayan bir çok Grammy Ödülü’nün sahibi oldu.

1998 sonbaharında çıkardığı "Supposed Former Infatuation Junkie" ise yayınlanmasından çok önce, büyük yankı uyandırdı.

Diskografi

1999
Joining You (45’lik)
So Pure (Wea International) (45’lik)
Unsent(Wea International) (45’lik)

1998
Supposed Former Infatuation Junkie (LP)
All I Really Want (Wea International) (45’lik)
Singles Box (Wea International) (45’lik)
Thank U (Wea International) (45’lik)
You Oughta Know (Wea International) (45’lik)

1996
Head over Feat (Alex) (45’lik)
Ironic/Forgiven (Warner Brothers) (45’lik)
You Learn (Warner Brothers) (45’lik)

1995
Jagged Little Pill (45’lik)
Hand in My Pocket (Feedback) (45’lik)
Ironic/You Ought to Know (Maverick) (45’lik)

1995
Now Is The Time

1991
Alanis

Aerosmith

Aerosmith, hard rock ve heavy metalin ses ve tarzını kendi içerisinde çok iyi birleştirerek, ve sonraki yirmi yılda da blues’cu akımlarını koruyarak, günümüz müzik dünyasındaki en popüler hard rock gruplarından biri olmuştur. Boston’da bir araya gelen bu beşli, Rolling Stones’un haylaz müziği ile New York Dolls’un ucuz ve pis havasından etkilenmiştir, bu da onların o çok beğenilen, kirli, çekici, gevşek ama elmas kadar da sağlam tarzlarının ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Grup üyeleri örnek bir albüm çıkardılar o yıllarda. Gitarın piyanoya çok güzel ve etkileyici bir şekilde eşlik ettiği "Dream On" parçasını da içeren bu albüm müzikseverlere ve yapımcılara Aerosmith’in ne kadar iddialı olduğunu gösterdi. Hem yavaş şarkıların, hem de bol ritimli rock’n’roll şarkılarının üstesinden rahatlıkla geliyor olmaları onların ününü ’70lerin ortalarında iyice artırdı. O yıllarda bir dizi altın ve platin plak kazandılar...

’80li yıllara gelindiğinde ise müzikseverler gruptan yavaş yavaş soğumaya başladılar, bunun başlıca sebebi grup üyelerinin alkol ve uyuşturucu belasına kendilerini fazla kaptırmış olmalarıydı. Buna rağmen 1980’lerin sonuna doğru rock tarihinde en göze çarpan dönüşlerden birini gerçekleştirdiler. Elleri boş gelmemişlerdi, çıkardıkları albümlerle uzun süre listelerde zirvede kaldılar.

Aerosmith’deki ilk oluşum 1970’de, Steven Tyler’ın gitarist Joe Perry ile bir dondurma salonunda tanışmasıyla meydana geldi. Aslında davulcu olan Tyler ile Perry, yanlarına basçı Tom Hamilton’u da alarak bir üçlü kurmaya karar verdiler.

Çok geçmeden bu üçlü, dörtlü oldu; ikinci gitarı da Ray Tabano kullanmaya başladı... Ancak yine kısa bir süre sonra onun yerine Earth Inc.’in eski üyelerinden Brad Whitford geldi. Davulcu Joey Kramer’in de gruba dahil olmasıyla Tyler o kocaman ağzıyla sadece vokalistlik yapmaya başladı, Aerosmith de Boston’da 1970’in sonuna doğru kurulmuş oldu.

Massachusetts ve New York civarlarında barlarda müzik yapmaya henüz başlamışlardı ki topluluk 1972’de Columbia Records ile bir kontrat imzaladı. Grupla aynı ismi taşıyan bu ilk albümleri 1973’ün sonbaharında piyasaya çıktı ve listelerde 166.’lığa kadar tırmanabildi. Albümün ve grubun ilk single’ı "Dream On" ise 59. oldu. Sonraki yıllarda grup Amerika’yı turlayarak ve Kinks, Mahavishnu Orchestra, Sha Na Na, Mott The Hoople gibi çeşitli grupları destekleyerek bir hayran topluluğu oluşturdu. Topluluğun ikinci albümü "Get Your Wings" (1974) bu kararlı turnelerin da yardımıyla tam 86 listelerde hafta kaldı. Bu albüm ayrıca daha uzun yıllar birlikte iş yapacakları yapımcı Jack Douglas ile yapılan ilk çalışmaydı.




Aerosmith’in üçüncü albümü 1975’te geldi: "Toys In The Attic" Bu onları hem ticari hem de artistik açıdan düzlüğe çıkardı. Albümlerini çıkardıklarında müzikleri yavaş yavaş basit ve neredeyse vahşi, blues kökenli melodilerle desteklenen derli toplu bir hard rock haline gelmeye başlamıştı. Eleştirmenler onları "punk-rock"cı olarak nitelendiriyorlardı, sebebi de o zamanlar çoğunluğun aksine Aerosmith’in Led Zeppelin’e ya da karanlık ve gizemli Black Sabbath’a özenmemesiydi.

Müziklerini basit ancak sağlıklı bir temele oturtmanın yollarını arıyorlardı. Tyler’ın yazdığı sözlerdeki gizli espriler de onları hayranlarına daha da yaklaştırıyordu. "Toys In The Attic"in ilk single’ı "Sweet Emotion" kısa sürede İlk 40’ta on birinciliğe yükseldi. Bu başarı yapımcıları da harekete geçirdi ve sonuçta "Dream On" tekrar piyasaya sunuldu.

"Toys In The Attic" albümü Aerosmith’in eski albümlerinin de değerini artırırken listelerde uzun bir süre göze çarptı. Son single "Walk This Way" ise sonraki albümleri "Rocks"dan kısa bir süre önce yayımlandı. Single’ın gölgesinde kalan bu albüm çok geçmeden Aerosmith’e bir platin plak kazandırdı.

1977’nin başlarında Aerosmith bir mola aldı ve sonraki albümleri üzerine çalıştılar. Aynı yılın sonunda çıkan "Draw The Line" albümü de Amerika Listelerinde on birinci sıraya tırmanarak topluluğun ne kadar iddialı olduğunu gösterdi. Aerosmith daha sonra 1978’de çıktığı bir turnenin yanısıra "Come Together" isimli şarkılarını da seslendirdikleri Sgt. Pepper’in "Lonely Hearts Club Band" filminde de rol aldı. Bu parça daha sonra listelerde yirminciliğe kadar yükseldi.

Topluluk 1979’un sonunda, çalışmalarını daha önceden bitirdikleri albümleri "Night In The Ruts"i çıkardı. O sıralar Joe Perry, kendi ismini taşıyan grubu Joe Perry Project’i oluşturmak üzere gruptan ayrıldı. "Night In The Ruts" Aerosmith’in en az satan albümü olma özelliğini taşımaktadır. Brad Whitford da 1980’in başında, Ted Nugent ve gitarist Derek St. ile "Whitsford-St. Holmes Band"ı kurmak üzere gruptan ayrıldı.

Yeni gitaristler Jimmy Crespo ve Rick Dufay’ın da katılımlarıyla grup eski günleri hatırlamak üzere bir "En İyiler" albümü çıkardı, çıkar çıkmaz da altı milyondan fazla sattı. Yeni kadrosuyla Aerosmith 1982’de "Rock In a Hard Place"i piyasaya sürdü. Otuz ikinciliğe kadar yükselebilen bu albüm "Night In The Ruts"in yakaladığı başarıdan oldukça uzaktı.

Ancak sonraları Perry ve Whitford’un yuvaya dönmeleriyle yeni bir atak daha gerçekleştirildi: "Back In The Saddle" Turnesi. Turnenin ilk ayaklarından birinde Steven Tyler sahnede bayıldı, bu da grubun hala alkol ve uyuşturucuyla başının dertte olduğunun bir kanıtı olarak kafalara yerleşti.

Ertesi sene Aerosmith’in asıl kadrosuyla 1979’dan beri yaptığı ilk albüm "Done With Mirrors" geldi. Bu albümün bir özelliği de Aerosmith’in Geffen Records ile çalıştığı ilk albümü olmasıdır. "Rock In A Hard Place" kadar başarılı olmasa da Aerosmith hayranlarına grubun canlandığını müjdeliyordu.

"Done With Mirrors"un piyasaya sürülmesinden sonra Tyler ve Perry eski tempolarına kavuştular. İkili 1986’da Run D.M.C. ile birlikte "Walk This Way"i seslendirdiler. Klibi de çekilen bu parça bir anda listelerde tırmanmaya başladı ve MTV’nin listesinde dördüncü oldu. "Walk This Way" ile Aerosmith’in ünü pekişmiş oldu. Bruce Fairburn’ün yapımcılığını üstlendiği "Permanent Vacation"da (1987) Tyler ve Perry gerçek tempolarını yakalamış oldular... Ardından "Dude (Looks Like A Lady)", "Rag Doll" ve "Angel" geldi ki bu şarkılar büyük beğeni topladılar. "Permanent Vacation" listelerde on birinciliğe kadar çıktı ve üç milyon kadar sattı.

Sonrasında 1988 Kasım’ındaki "Gems" ve 1989 Eylül’ündeki "Pump" ile grubun son büyük bombaları geldi. Listelerde beşinciliğe ulaştı, dört milyon civarında sattı ve "Love In An Elevator", "Janie’s Got A Gun", ve "What It Takes" gibi şarkılar bu albümden geldi. 1993’te "Get A Grip" çıktı. "Permanent Vacation" ve "Pump" gibi, "Get A Grip" de Bruce Fairburn tarafından çıkarıldı ve profesyonel sanatçılarla birlikte çalışıldı. Önceki iki albüm kadar da başarılıydı. "Livin’ On The Edge" "Cryin’", ve "Amazing" hitleri bu albümlerindedir. Kontratları sonucunda oluşan toplama albümleri "Big Ones", Geffen’den çıkan en iyi şarkılarının içinde bulunduğu bir çalışmaydı. Kısa sürede iki adet platin plak alan albümü eleştirmenler ve grup hayranları da çok başarılı buldu.

’90ların başında, Geffen’le olan anlaşmaları bitmemesine rağmen Columbia Records ile bol sıfırlı bir kontrat imzaladılar. Ancak 1995’in başında, anlaşmanın imzalanmasından yaklaşık beş yıl sonra, yeni firmalarıyla çalışmaya başlayabildiler. Bu albümden sonra başları bir türlü beladan kurtulamadı: Gruptan ayrılmalar gerçekleşti, firmaları kontratı bitirmeyi bile düşündüler... Hal böyleyken stüdyoya girip kayıt yapmak hayli zorlaşmıştı... Tyler yeniden alkol ve uyuşturucuya kendini kaptırmıştı ki 1997 ilkbaharında "Nine Lives" ile kendilerini biraz olsun toparlayabildiler. Eleştirmenlerce pek de beğeniilmedi, ama buna rağmen listelere birinci sıradan girdi, sonra aşağılara kaydı. Canlı kayıt "A Little South Of Sanity"ise 1998’de çıktı.

Aerosmith hareketli tarzlarıyla, üyelerinin aykırı yaşamlarıyla sembolleşmeye aday, diri hard rock toplulukarından biridir. Bu yönleriyle yeni albümleri merakla bekleniyor.

Ace Of Base


Ace of Base, müzik dünyasına adımını "Tech Noir" ismiyle attı. İsminden de anlaşıldığı gibi grup, tekno ağırlıklı müzik yapıyordu. Bir değişime ihtiyaçları olduğunu kanısına vardılar ve 1990’da yepyeni bir tarz ve yepyeni bir isimle müzik dünyasına adeta başka bir kapıdan girdiler. Grup, yeni pop ağırlıklı tarzıyla çalışmalara başladı. Kurulmasından sonra geçen 2 senelik sürede yaptıkları çalışmaların sonucunda 1992’de çıkardıkları ilk albümleri "Happy Nation"’ın 21 milyon satması ile Guiness Rekorlar Kitabı’na girmeye hak kazandılar. Guiness, Ace of Base’in ilk albümü olan Happy Nation’ı "En çok satan çıkış albümü" olarak duyurdu ve bu başarı kayıtlara geçirildi. Henüz ilk albümle gelen bu İnanılmaz başarı, Ace of Base’in önünü açmıştı. Artık Ace of Base, dünyaca ünlü bir gruptu.

Ace of Base, büyük başarı gösteren Happy Nationalbümünün ardından "Wheel of Fortune" single’ıyla bir kez daha büyük başarı sağladı. Wheel of Fortune, çıktığı hafta listebaşı oldu. Müzik dünyasında önemli yeri olan bazı listelerde 1. ve 2. parçalar Ace of Base’den çıktı. Listenin en iyi iki parçasının Ace of Base’den çıkması, gerçekten gurur vericiydi. Grup üstüste gelen bu başarılar üzerine durmadı ve çalışmalarını hızlandırarak sürdürdü. 1993’de çıkan "The Sign" albümünün ardından 2 sene boyunca çalışmalar sürdü. Bu iki sene içinde herhangi bir albüm çıkarmayan grup, 1995’de "The Bridge" ile sevenlerinin karşısına çıktı.

Avrupa’da ve dünyanın çeşitli kentlerinde büyük başarılar sağlayan Ace of Base, ülkesi İsveç’te de ilgiyle izleniyordu. İsveç Prensesi Victoria, doğum gününde gruptan bir konser vermesini istedi. Bunun üzerine Ace of Base, prensese ve tam 6.000 izleyiciye 40 dakika süren unutulmaz bir müzik ziyafeti yaşattı.

Dünyanın en iyi pop müzik gruplarından biri olarak gösterilen Ace of Base grubu, "The Bridge"in ardından 1998’de "Flowers" ve "Cruel Summer" albümleriyle bir kez daha sevenlerinin karşısına çıktı. "Cruel Summer" albümünde enstrümental açıdan farklılıklar bulunuyor. Telli çalgıları daha ön planda kullanan grup, bu albümler ile de büyük başarılar hedefliyor.

AC/DC

AC/DC görkemli müziğiyle olduğu kadar konserleriyle de büyük bir gruptur. Daha başlangıçta konserleri gerçek birer şov halini almıştı. Özellikle Angus’un sahnedeki çılgın hareketleri, bir zaman sonra grubun vazgeçilmez eğlencelerinin başında yer almaya başlamıştı. Onun sahnedeki çılgın hareketlerine daima yenileri eklenerek grup bugünlere geldi.

AC/DC gitarist Malcolm Young’un grubu (Amerika’dakiyle hiç bir ilgisi olmayan) The Velvet Underground dağıldıktan sonra, 1973’te Avustralya’da kuruldu. Küçük kardeşi Angus’u da eğitip yanına lead gitarist olarak aldıktan sonra grup Sidney çevresinde küçük tur ve konserler vermeye başladı. Ablası Angus’a sahnede okul kıyafetlerini giymesini önerdiğinde o sadece 15 yaşındaydı; ki bu görüntü zamanla grubun "olmazsa olmazlarından" oldu. Henüz Sidney’deyken "Can I Sit NextTo You" isimli singleları, Easybeats’in eski üyesi ağabeyleri George Young ve bir kaç arkadaşının yardımıyla çıktı.

Ertesi sene grup, davulcu Phil Rudd ve basçı Mark Evans’ın da gruba katılmasıyla Melbourne’a yerleşti. Vokalist Dave Evans sahneye çıkmayı reddettiğinde, az rastlanan bir olayla, grubun şoförü Bon Scott vokalist oldu.

Scott daha önceleri Avusturyalı pop gruplarından Fraternity ve Valentines’te de davulcuydu. Ama onun grubun başarısındaki asıl payı, halka grubu vahşiler gibi tanıtması oldu. Başı polisle sık sık derde giren Scott sayesinde grup Avustralya’da büyük tepkiler almaya başladı. Müzik yaşamları boyunca, haylaz bir eğlence duygusuyla karışık, vahşi akımları desteklediler.

Grup Avustralya’da, ’74 ve ’75 yıllarında iki albüm piyasaya çıkardı: High Voltage ve TNT. Bu iki albümdeki şarkılarla High Voltage albümünün ’76’da çıkan Amerika ve İngiltere sürümlerini oluşturuldu, grup ayrıca bu iki ülkede turnelere çıktı. "Dirty Deeds Done Dirt Cheap" yıl sonunda çıktı. 1977’nin başında Evans grubu terkederken yerini Cliff Williams aldı. Aynı yılın sonbaharında, AC/DC, onları ilk defa Amerikan listelerine girmelerini sağlayan "Let There Be Rock" albümünü çıkardı.

1978 ilkbaharında çıkan "Powerage", grubun hayranlarının iyice artmasının sağladı- bunun oluşmasında izleyicileri tek kelimeyle coşturan konser gösterilerinin de en az albüm kadar katkısı oldu. Aynı yıl, bu konser görüntüleri "If You Wany Blood, You’ve Got It" adıyla satışa sunuldu. Ama grubu asıl üne kavuşturan, ertesi sene gelen ve satışı ilk kez milyonu aşarak Amerika’da 17.liğe, İngiltere’de ise sekizinciliğe yükselen "Highway to Hell" oldu.

AC/DC’nin bu hızlı çıkışı 20 Şubat 1980’de Bon Scott’un, resmi raporlara göre ölümüne alkol alarak hayata veda etmesiyle darbe aldı. Mart ayında Scott’un yerine Brian Johnson geldi. Bir ay sonra grup, dağılmadıklarını müjdeleyen, sadece Amerika’da 10 milyondan fazla satan en büyük çalışmaları, Back in Blackalbümünü doldurdu. AC/DC, sonraki yıllarda, Amerikan listelerinde ilk sıralara yerleşen "For Those About to Rock We Salute You" ile dünyanın en geniş rock toplulukları arasında yer aldı. 1982’de Rudd da gruptan ayrıldı, onun yerini bir başka İngiliz Simon Wright aldı.

1983’teki "Flick of the Switch"in ardından, topluluğun maddi dayanakları bozulmaya başladı ancak bu kötü gidişatı 1990’larda, müzik dünyasında çok büyük ses getiren "Thunderstruck" parçasının da içinde bulunduğu "The Razor’s Edge" ile tersine çevirmeyi başardılar. Bu yıllarda ’70 ve ’80’lerdeki kadar başarılı olamamalarına rağmen, bir kuşağın kılavuz grubu olduklarını göstermişlerdir. 1995 sonbaharında onaltıncı albümleri "Ballbreaker" çıktı. Rick Rubin tarafından çıkarılan bu albüm AC/DC’nin müzik hayatındaki belki de en olumlu eleştirileri aldı. Bu albüm Amerikan listelerine 4. sıradan girdi ve ilk altı ay içinde bir milyonu aşkın sattı.

Grup ilk günkü yaklaşımlarını koruyarak kökü rock’n’roll, hard rock ve yer yer blues’a dayanan müziğini yapmayı sürdürüyor; ısrarla. Başlangıçta iki İskoçyalı ve üç Avustralyalı dan oluşan grupta bugün Avustralyalılar yerine üç İngiliz var. AC/DC’nin bugünlere gelmesinde kuşkusuz Angus ve Malcolm Young kardeşlerin ve beklenmedik bir şekilde gruba katılan Bon Scott’un büyük payları var.

Angus Young

Tam adı Angus McKinnon olan Young, 31 Mart 1959’da Glasgow’da dünyaya geldi. Daha 4 yaşındayken, kalabalık ailesi Sidney, Avustralya’ya yerleşti. Gitardan önce Banjo’yla ilgilenmeye başladı. Ağabey’i Malcolm ile birlikte Muddy Waters, B.B. King ve Howlin’ Wolf’un eski Blues parçalarını yorumladılar. İki kardeş çok düzensiz öğrenciler olduklarından derslerinden çok, büyük ağabeyleri George’un getirdiği plaklarla ilgileniyorlardı. Rollin Stones, Yardbirds ve Easybeats onların yapacağı müziği oldukça etkilemiştir.

AC/DC kurulduktan sonra Angus’un sahnedeki hareketleri grubun en önemli görsel çekiciliği olur çıkar. Çok geçmeden, bu konserleri birer şova dönüştürecek etmenlerden biri olan Angus’un sahne kıyafeti yerleşir. Angus bundan sonra okul kıyafetleriyle sahne alacaktır: okul üniforması, sırt çantası ve kısa pantalon.

Sahneye çıkınca herşeyi unutup, kendini deli gibi harcamasından yola çıkarak onun özel yaşamı hakkında çıkarsamalar yapımak yanlış olur. Grubun diğer üyelerinin aksine, Angus sade bir müzik adamıdır: sigara kullanmaz, alkol almaz, sadece çay ve koka-kola... Başlangıçtan itibaren Gibson SG’sine sadık kalmıştır. Her türlü akor sorunlarından kaçınmak için iki tanesini değişmeli olarak kullanır. Gene Simmons onun hakkında şöyle diyor: "AC/DC yi sahnede ilk defa 1976’da gördüm. Öfkeden deliye dönmüş gibi çırpınıp duran Angus’u seyrederken, kendi kendime şöyle dedim: Bu çocuk müziğine gerçekten inanan bir yıldız."

Angus’un beğendiklerine gelince... Tercih ettiği gitaristler Muddy Waters, B.B. King, Johnny Winter, Stevie Ray Vaughan ve Jeff Healey gibileri. Yani kendilerini moda akımına kaptırmadan daima aynı müziği yapan gitaristler. Sevdiği AC/DC parçaları ise "Let There Be Rock", "Back in Black", "Highway to Hell" ve "T.N.T".

Malcolm Young

Korkunç çocuk, Glasgow’da doğar. Ailesiyle göç ettikleri Avustralya’da kardesi Angus gibi çok zor bir öğrencilik dönemi geçirir. Okula daha çok eğlendirici kavgalar etmeye giden Malcolm’a (aynen kendisinin de küçük kardeşi Angus’a yapacağı gibi) ilk gitar sevgisini ağabeyi George aşılar ve ona ilerleme cesareti verir. İçine blues ve caz (ama özellikle Louis Armstrong) sevgisi işler.

AC/DC’nin ilk konserlerinden itibaren grubun ritim gitaristliğini üstlenir. Grubun tarzının oluşmasında, gitarıyla zamanla Rolling Stones’un Keith Richards’ınki kadar çok meşhur ve taklit edilecek olan çok kişisel ve ağır melodileri çıkaran Malcolm’un büyük payı vardır.

Angus’la birlikte grubun bestecisi ve ateşleyicisi olan Malcolm, eski bir Gretsch Firebird ile kalın tellerle donanmış bir Gretsch White Falcon kullanıyor.

Bu tehlikeli adam aynı zamanda bulunduğu her yere neşe saçan sonsuz bir neşe kaynağı. Açık saçık ifadeleri de oturaklı ritmleri kadar efsaneleşen Malcolm, Angus’un aksine ciddi bir alkol bağımlısı. Bu yüzden 1988’deki "Blow Up Your Video" turnesinin ABD ayağına katılmayı reddeder. Amacı kendini toparlamak ve sonunun Bon Scott gibi olmasını önlemektir.

AC/DC’nin en çok "Let There Be Rock" parçasını seviyor. Grubunu Led Zeppelin ve The Who’dan bu yana son 15 yılın en büyük heavy-rock grubu olarak görüyor.

Bon Scott

Ronald Belford Scott 9 Temmuz 1946’da Young kardeşler gibi İskoçya’da doğdu. O da 1950’lerde Avustralya’ya göç etti. Okula bir türlü ısınamaması, onun hayatı sokakta aramasına ve yaşamını sürdürmek için çok sayıda işte çalışmak zorunda kalmasına sebep oldu. Efsanevi boğuk sesini içlerinde onu asıl üne kavuşturan The Valentines ve Fratenity’nin de bulunduğu çeşitli topluluklarda dinletti.

Sidney Hapisanesi’nin demir parmaklıkları arkasında, uyuşturucu kullandığı gerekçesiyle zor bir dönem geçirdi. Hapisten çıktıktan sonra bir gemi şantiyesinde çalışmaya başladı. 1974’te yolları Young Kardeşler ile kesişti. Müzisyenleri konser alanına taşıyan kamyon şoförü olarak... Bon’un sesi ve kötü çocuk görüntüsünden etkilenen Young Kardeşler onu kendi şarkılarını söylerken dinlemek isterdiler. Böylece Bon, Dave Evans’ın yerini aldı.

Bu renkli kişi her şeyi olduğu gibi yani argoyla söyler. Angus diyor ki: "Bon’a rastladığımda, İngilizce konuşmuyordu, ama cümleleri gümbür gümbür ’fuck’larla doldurarak daha çekici hale getiriyordu." O günden itibaren Bon, AC/DC’nin en büyük ilahilerini yazmaya başlar: "She’s Got the Balls", "T.N.T", "Highway to Hell", "Let There Be Rock"... Bu birinci sınıf şarkıcı, onu cehenneme götürecek en büyük sözünü, "Seks, Uyuşturucu ve Rock’n’Roll"u izleyerek sağlığını delice harcayacaktır.

Onun ölümü grup için büyük bir kayıp olur. Angus, "Sanki ailemizden birini kaybettik" derken, Bernie Bonvoisin ise, "Rock büyük bir şarkıcıyı kaybetti. Biz ise bir dostu" der. Bon AC/DC ile 7 albüm yaptı. Bir rock yıldızı olan bir sokak çocuğunun yaşama duyduğu öfkeyi dile getiren 7 isyan çığlığı...

AC/DC’deki basit ve doğrudan dinleyiciye hitap eden hard-rock işin özüne dayandığı için herkesi büyülemeye devam ediyor. Grubun genel görünüşünde ise belirgin bir müzikal tutum göze çarpıyor: AC/DC müziği, doğrudan, ara nağmesiz, moda olan akımlara duyarsız ve özellikle de taviz vermezdir. Böylesine uzun bir kariyerden ve sayısız başarılardan sonra, doğallıklarını koruyarak böyle bir büyüyü yaymayı başaran gruplar nadirdir.

Abigor

Abigor, 1993 ortalarında P.K. ve T.T. tarafından kurulduktan sonra "Tharen" olarak bilinen vokalist "Rune" guruba dahil olur. Aynı yıl, ilk iki demoları "Ash Nazgh" ve "Lux Devicta Est"i kaydederler. Şubat 1994’te "Promo Tape II/94" ve Mart ayında son demoları olan "Moonrise"ı çıkartırlar. "Moonrise"ın kaydından sonra Tharen gruptan ayrılır ve yerine Silenous dahil olur. Silenous vokale geçtikten sonra "Hate & Sin" adında bir demo daha çıkarırlar ve daha sonra Napalm Records ile anlaşmaya varırlar.

Haziran 94’te Abigor, ilk albümü "Verwüstung / Invoke The Dark Age" ile black metal sahnesinde adını duyurmaya başlar. Kasım 1994’te konsept albümleri "Orkblut - The Retaliation" kaydedilir. Bir yıl sonra ise "Shadowlord" isimli eski demolarından birinde yeralan şarkıyı Napalm Records’un toplama albümlerinden olan "With Us Or Against Us Vol.1" ("Bizimle ya da Bize Karşı") için tekrar kaydederler. 1995 ilkbaharında Abigor elemanları, "Nachthymnen (From The Twilight Kingdom)" isimli albümlerini kaydetmek için tekrar stüdyoya girerler. Bu albüm grubun gerçek kapasitesini gösterdiği ve en karanlık atmosferin yansıtıldığı çalışma olarak nitelendirilir. Aynı yılın Kasım ayında "Opus IV"ün ilk bölümü olan "Horns Lurk Beyond The Stars"ın kayıtlarına başlanır. Mayıs 1996’da "Blut Aus Aeonen", "Opus IV" ün ikinci bölümüde kaydedilir ve sonuç olarak "Opus IV", aynı yılın Temmuz ayında piyasaya sürülür.

Bu albümle Abigor bir adım daha ileri gitmiştir. Gelişimini, daha agresif ve teknik yapıdaki albümleriyle sürdürecektir. 1997 Haziranında "Apokalypse" kaydedilir. İki günde tamamlanan kayıtlar sonucunda bu albüm, Abigor’un black metal felsefesine bağlı kaldığı en sert albümlerden biri olmuştur. Kasım 1997 ve Haziran 1998 tarihleri arasında "Supreme Immortal Art" kaydedilir. Albüme gösterilen yoğun ilgiden dolayı bir süre sonra "Structures Of Immortality" adıyla 500 kopya hazırlanır.

1998’deki son çalışmaları, eski demolarındaki parçaları içeren bir albüm olmuştur. "Kingdom Of Darkness", "Eye To Eye At Armageddon", "Diabolic Unity", "Midwintertears" gibi çalışmaların yer aldığı albüm, Napalm etiketiyle sunulmuş ve bu çalışmayı, 1999 Martında gelen "Channeling The Quintessence Of Satan" izlemiştir. Kayıt döneminde Silenius kişisel sorunları yüzünden gruptan ayrılır ve vokalist olarak gruba Thurisaz dahil olur. Yeni albüm 17 Mayıs 1999’da aynı şirketten piyasaya sürülür. Abigor, tarzını ve benliğini korumayı başarmıştır. 8 Mayıs 1999’da Dwell Records için Slayer’dan "Crionics" ve bir süre sonra Kreator’dan "Terrible Certainty" adlı parçalar için cover çalışması yaparlar.

2000 yılının Nisan ayında Napalm Records’la yeniden anlaşılır ve "Satanized" isimli albümün çalışmalarına başlanır. Bir ay sonra T.T. kişisel problamleri vediğer grup elemanlarıyla anlaşamaması nedeniyle gruptan ayrılır ve yerine Avusturya’da başarılı işler çıkaran davulcu Moritz Neuner gelir. Aynı yılın Ağustos ayında, "Shadowlord" ve "Crimson Horizons" adlı iki cover parça içeren "In Memory" isimli MCD çıkar. Albümde ayrıca stüdyo düzenlemesi olan "Verwüstung" yer alır. Ve Kasım 2000’de "Satanized (A Journey Through Cosmic Infinity)" Tonstudio Hörnix’de kaydedilerek Mart 2001’de piyasaya sürülür.

Abba


Abba’nın öyküsü Haziran 1966’da Björn Ulvaeus (1945 doğumlu) Benny Andersson’la (1946 doğumlu) tanıştığında başladı. Björn, dönemin popüler halk müziği topluluklarından Hootenanny Şarkıcıları’na üyeyken, Benny de İsveç’in en iyi pop grubu "The Hep Stars"da piyano çalıyordu. Çift, ilk şarkılarını bu yıldan sonra yazdı ve on yılın ardından ortak bir grup kurmaya karar verdi. Bu sırada, Benny, The Hep Stars’dan ayrıldı, Hootenanny Şarkıcıları ise sadece stüdyoda bulunuyorlardı. Hootenanny Şarkıcıları topluluğu, Stig Anderson’a (1931-1997) yani Abba’nın menajerine aitti. Aynı zamanda Stig, grubun ilk yılında onlara şarkı sözü konusunda da katkıda bulundu.



1969 ilkbaharında, Björn ve Benny, iki kadınla tanıştılar. Abba’nın diğer yarısını oluşturacak olan iki kadınla... 1950 doğumlu olan Agnetha Fältskog, ilk single’ını 1967’de piyasaya sürdüğünde büyük ilgi görmüştü. O ve Björn, 1971’de evlendiler.

"Frida" adıyla tanınan 1945 doğumlu Anni-Frid Lyngstad, doğduğu Norveç’ten küçük yaşta İsveç’e taşındı. Björn, Benny, Agnetha ve Frida, enstrümental ve vokal fon müziğinin yanısıra kendi yaptıkları solo ve düet çalışmalarla grup kariyerlerine başladılar. 1972 yılının ilkbaharında "People Need Love" kırkbeşliğini kaydettiler. Bu sırada kendilerini Björn & Benny, Agnetha & Anni Frid olarak adlandırıyorlardı. 1973’te İsveç’i, Eurovision Şarkı Yarışması’nda "Ring Ring" adlı parçayla temsil ettiler ve üçüncülük ödülünü kazandılar. Bu şarkı ve aynı adı taşıyan albüm, dörtlüyü, İsveç’teki tüm müzik listelerinin zirvesine oturtmuştu.

"Ring Ring", birkaç Avrupa ülkesinde hit haline geldi. Grup 1974 yılında "Waterloo" ile tekrar seçmelere katıldı. Bu sırada gruba, isimlerinin baş harflerinden oluşan Abba adını verdiler.

6 Nisan 1974’teki Eurovision Şarkı Yarışması’nda Abba "Waterloo" ile yarışmanın birincisi oldu ve büyük sükse yaptı. Bu zaferin ardından şarkı, tüm Avrupa ülkelerinin listelerinde zirvenin güçlü ortakları arasına girdi, kısa sürede Amerika müzik piyasasında da adını duyurmayı başardı.

Abba, "Sos" adlı üçüncü albümüyle ününe ün kattı. "Mamma Mia" adlı parça, Abba’yı İngiltere ve Avustralya listelerinin zirvesine yerleştirdi.

Ve Abba’yı Abba yapan 1976 yılı... "Greatest Hits" ve "The Best of Abba Repectively", İngiltere ve Avustralya’da piyasaya sürüldü. Tüm dünyada büyük ilgi gören "Fernando" ve "Dancing Queen" gibi single çalışmaları, kısa süre sonra klasikler arasına girecek ve Abba adını ölümsüzleştirecekti. Tabii başarı, her zamanki gibi basamaklarla geliyordu. "Dancing Queen" önce, İngiltere listelerinde bir numaraya yükselen ilk Abba şarkısı oldu. İlgi gün geçtikçe büyüyor, grup müthiş bir motivasyonla yoluna devam ediyordu.

Yıl sonunda dördüncü albümleri olan "Arrival"ı piyasaya sürdüler. "Money Money Money" ve "Knowing Me, Knowing You" başta olmak üzere tüm parçalar büyük beğeni kazandı. Ardından 1977 yılının başlarında düzenlenen Avrupa ve Avustralya konserleriyle kendilerini gösterdiler ve sahne performanslarıyla da olumlu not aldılar. Yıl sonunda Abba için bir film çevrildi. Filmin yönetmeni olan Lasse Hallström’e, senaryoda Robert Caswell eşlik etmişti. Grup elemanlarının dışındaki başlıca oyuncular arasında Robert Hughes, Torn Oliver, Bruce Barry ve Stikkan Andersson bulunuyordu. Filmin vizyona girişini, "The Album" isimli yeni albüm çalışmasının müzikseverlere sunulması izledi. "The Album", grubu bugünlere getiren klasiklerden "The Name of The Game" ve "Take a Chance On Me"yi de içeriyordu.

1979 baharında "Voulez-Vous" albümü raflardaki yerini aldı. "Summer Night City" ve "Chiquitita"nın kaydedildiği dönemde Björn ve Agnetha, boşandıklarını açıkladılar. Bu şaşırtıcı haber, ilk duyulduğunda grubun bitişi olarak nitelendirilse de beklendiği gibi olmadı. Ancak ikilinin, ’müzik yapan mutlu bir çift’ imajı önemli ölçüde sarsılmıştı.

Bu yılın son çeyreğine girilirken "Gimme! Gimme! Gimme! (A Man After Midnight)" adlı single çalışma piyasaya sürüldü. Sonrasında yola, Kanada ve Avrupa konserleriyle devam edildi. Abba’nın en çok beğenilen parçalarını içeren toplama albümün ikincisi, "Greatest Hits Vol. 2" de, aynı tarihte uluslararası başarıyı yakaladı.

1980 yılının Mart ayında Abba, Japonya’da bir konser verdi. Birkaç ay sonra, kısa sürede klasikler arasındaki yerini alan "The Winner Takes It All"u da içeren "Super Trouper" adlı albüm beğeniye sunuldu. Grup içindeki çalkantı, 81 yılının Şubat ayında yeniden kendini gösterdi, Benny ve Frida çifti deilişkilerini yürütemeyerek boşanma kararı aldı. 70’lerdeki o iki mutlu çift, artık ayrıydı...

Ancak bu da Abba’nın çalışmalarına son vermedi. Dört sanatçı, yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen dostluklarını sürdürdüler. Yıl sonunda Abba’nın sekizinci albümü olan "The Visitors" piyasaya sürüldü. Öne çıkan parçaların başında "One of Us" geliyordu.

1982’de grup dışı çalışmalara başladılar. Björn ve Benny çeşitli müzikal denemelere yönelirken Agnetha ve Frida da solo kariyerlerini sürdürdüler. Bu dönemde çıkan tek iş olan "Abba LP", grubun, ilk on yılında kaydettiği en iyi şarkıları içeren bir toplama albüm niteliği taşıyordu. Albümde ayrıca iki de yeni parça bulunmaktaydı.

Aynı yılın sonunda Abba, müzikal çalışmalarını bir süreliğine askıya alma kararı aldı ve dinlenmeye çekildi. Birkaç yıl sonra yeniden bir araya gelseler de kayıt yapmadan ayrılarak Abba’nın aktif yaşamına son vermiş oldular.

Tüm olumsuzluklara rağmen Abba, yaptığı müzikle tüm zamanların en iyi grupları arasında yer alma başarısını gösterdi. Onlarca ülkede milyonlarca müziksever, Abba’nın şarkılarıyla büyüdü, Abba’nın şarkılarıyla yaşadı... Ayrılıkla biten hikaye ve karanlık gibi görünen son, aslında ışıltılı bir başlangıçtı. Abba yıllar geçtikçe güçlendi; toplama albümlerden müzikallere, cover çalışmalarından ünlü sanatçıların teşekkür parçalarına kadar çok sayıda işin ithaf edildiği grubun, müzik tarihinin ölümsüzleri arasındaki yeri defalarca kanıtlanmış oldu.

1992’de sunulan "Abba Gold", büyük ilgi gördü ve 25 milyonluk satış rakamına ulaştı. 1993’te "More Abba Gold" ile devam eden serinin üçüncü albümü "The Box Set: Thank You For The Music" oldu. Sonrasında gelen ve çeşitli kayıt şirketleri tarafından düzenlenen bir dizi toplamayı 2003’ün başlarında Universal Special Products etiketiyle sunulan "On and On" izledi. Abba, müzikal yolculuğunu dünya var oldukça sürdürecek ve milyonlara ulaşmaya devam edecek.

Kylie Minogue


Body Language
Popüler müzik dünyasının en sevilen isimlerinden Avustralyalı şarkıcı Kylie Minogue, 2004 yılı başında hayranlarına yepyeni bir albümle seslendi. Kısa sürede büyük ilgi gören ve müthiş bir satış rakamına ulaşan "Body Language" (Vücut Dili) isimli çalışma, Capitol ve EMI etiketleriyle 10 Şubat 2004’te raflardaki yerini aldı.

"Body Language"ın CD’sinde, şarkıların yanısıra bilgisayarda izleyebileceğiniz multimedya öğeleri de yer alıyor. Johnny Douglas’ın çeşitli enstrümanlarda, Julian Gallagher ve Alvin Sweeney’in programlamada görev aldığı albümün yapımcılığını arkaplan vokallerinde de duyduğumuz Cathy Dennis’in yanısıra Kurtis Mantronik, Johnny Douglas, Baby Ash ve Sunnyroads üstleniyor.

Albümde; "Slow", "Still Standing", "Secret (Take You Home)", "Promises", "Sweet Music", "Red Blooded Woman", "Chocolate", "Obsession", "I Feel For You", "Someday", "Loving Days", "After Dark", "Cruise Control" ve "You Make Me Feel" adlı parçalar yer alıyor.

"Body Language" albümünde Kylie Minogue, disko tarzını bir ölçüde geride bırakarak daha yapay öğelerin ön planda olduğu ’synth pop’a geçiş yapıyor. İlk sırada yer alan "Slow" (Yavaş), şarkıcının bugüne kadarki en etkileyici single çalışmalarından biri olarak değerlendiriliyor. İzlanda asıllı İtalyan sanatçı Emiliana Torrini’nin yardımcı yazar olarak imza attığı parça, ’synth pop’un gerçek dışı tınılarıyla başlayarak albümün içeriği hakkında bazı ipuçları veriyor. Minogue’un vokallerindeki ton derinliği pek yeterli olmasa da özel düzenlemeler şarkıyı oldukça güçlü bir yapıya sahip kılmış.

Albümün ilk yarısındaki "Still Standing" (Hala Duruyor) ve "Promises" (Sözler) 80’lerin elektro yapısını anımsatıyor. "Sweet Music" (Sevimli Müzik) ise Prince ve Inxs etkileri taşıyan canlı bir parça. Ardından sırayı ikinci klip şarkısı olan "Red Blooded Woman" (Mert Kadın) alıyor. Akılda kalıcı nakaratı ve yine 80’lerden esinlenildiği hissedilen sözleriyle dikkat çeken çalışmanın ardından "Secret" (Sır) geliyor. Diğerlerine oranla sıradan sözlere sahip olan "Secret", yine de ıslık benzeri canlı ritmleriyle oldukça keyifli bir şarkı.

"Secret"ın ardından, albüm gücünü yavaş yavaş yitirmeye başlıyor. R&B etkileri taşıyan "Obsession" (Takıntı), "I Feel For You" (Senin İçin Hissediyorum) ve "Someday" (Bir Gün), takdire değer yapım kalitelerine karşın akılda kalmayan melodileriyle beklenenin altına düşüyor. "Loving Days" de "Can’t Get You Out of My Head" gibi çok etkili bir pop şarkısına imza atan bu yetenekli divaya yakışmayacak derecede sıradan bir çalışma.

Albümün ikinci yarısını ’bir zaman kaybı’ olmaktan çıkaran iki şarkı var; "After Dark" (Karanlıktan Sonra) ve "Chocolate" (Çikolata)... Çikolata’nın sözleri bir hayli ilginç. "Hold me and control me and then / Melt me slowly down"... ("Beni sıkıca sar, kontrol et... Ve sonra yavaşça erit...") Kylie Minogue’un alıştığımız çekici yapısını ’çikolata’ ironisiyle sergilemesi albümün en renkli bölümlerinden birini oluşturuyor.

"Body Language" albümünü; "Fever"ın (Ateş [Heyecan]) sıcaklığını ve enerjisini, "Can’t Get You Out of My Head"in (Seni Aklımdan Çıkaramıyorum) kıpır kıpır ve akılda kalıcı melodilerini ve "Love at First Sight"ın (İlk Görüşte Aşk) coşkusunu aratan bir çalışma olarak nitelendirmek mümkün. Yine de Kylie Minogue’un, 80’lerin müziğine olan özgün yaklaşımı ve imajındaki istikrarlı değişimlerle takdire değer işler yaptığını da kabul etmek gerekiyor.

Britney Spears


Baby One More Time
Son yıllarda müzik dünyasının en çok ilgi gören genç şarkıcılarından biri olan Britney Spears, 1998 yılında, yani henüz 17 yaşındayken "Baby One More Time" albümünü çıkarmış ve tüm dünyada büyük yankı uyandırmıştı. Girişinde, albümle aynı adı taşıyan "Baby One More Time" isimli parçanın yer aldığı çalışmada sırasıyla şu şarkılar bulunuyor; "Crazy", "Sometimes", "Soda Pop", "Born To Make You Happy", "From the Bottom of My Broken Heart", "I Will Be There", "I Will Still Love You", "Deep In My Heart", "Thinking About You", "E-mail My Heart" ve "The Beat Goes On"...

Genç şarkıcıya bu albümde en çok destek olan isim Max Martin olmuş. En önemli hit parçalardan biri olan "Baby One More Time"ın bestecisi ve söz yazarı olan Martin, albümün yapımcılığını da üstlenen kişi olarak dikkat çekiyor. Ayrıca "Soda Pop" ve "I Will Still Love You" çalışmalarıyla Eric Foster da katkısı yadsınamayacak değerli isimlerden biri...

12 şarkıdan oluşan bu özenli çalışmada, çok sayıda müzisyenin imzası bulunuyor. Mickie Bassie (vokaller, klavyeler ve bas), Don Philip (vokaller), Esbjorn Ohrwall ve Dann Petty (akustik ve elektro gitarlar), Eric Foster White (gitar, klavyeler, bas ve davul programları), Johan Carlberg ve Andrew McIntyre (gitar), Max Martin (söz yazarlığı, beste ve yapımcılık dışında klavyeler, programlama ve arkaplan vokaller), Per Magnusson, David Kreuger, Kristian Lundin (klavyeler ve programlama), Jimmy Bradlower (davul programları), Nana Hedin, Jeanette Soderholm, Anders Von Hoffsten, Andreas Carlson, Aleese Simmons, Andrew Fromm ve Nikki Gregoroff (arkaplan vokaller) ile Tomas Lindberg ve Andy Hess (bas), "Baby One More Time" albümüne can veren isimler. Albüm kitapçığındaki fotoğrafları Albert Sanchez çekerken Britney’in stilistliğini ise Hayley Hill üstlenmiş.

İsveç’in Stockholm şehrindeki Cheiron ve New York’taki 4MW East and Battery Stüdyoları’nda kaydedilen çalışma, kaset ve multimedya cd halinde Jive Kayıt Şirketi etiketiyle 12 Ocak 1999’da piyasaya çıktı.

"Baby One More Time", "Crazy", "Sometimes" ve "Born To Make You Happy" şarkılarına klip çeken Britney Spears, bu albümde çocuksu tarzını kullanmış ve müziğini ön planda tutmaya özen gösterdiği imajını sergilemişti. Üzerinden geçen birkaç yılda kadınsı yönünün ağır basmaya başladığı gözden kaçmıyor. Belki de "Baby One More Time" albümünün, genç kadının en samimi işlerinin başında gelmesinin en önemli sebebi de bu.

Britney Spears’a, genç popçular arasında sarsılmaz bir yer kazandıran ve onun, tüm dünyanın peşinden koştuğu bir yıldız durumuna gelmesini sağlayan bu albüm oldu kuşkusuz. Genç şarkıcı, milyonlarca hayrana sahip oluşunu; kendi yeteneklerinin yanısıra, bu değerli albüme ve onda imzası bulunan üstün vasıflı müzisyenlere borçlu.

Deep Purple


1968 yılında Searchers topluluğunun davulcusu Chris Curtis önderliğinde kurulan efsanevi Deep Purple, ilk aşamada tuşlu çalgılarda Jon Lord, bas gitarda Nick Simper ve gitarist Richard Hugh (Ritchie) Blackmore’dan kuruluydu.

İlk olarak Roundabout ismiyle tanındılar. Bir kaç gün içinde Curtis ayrıldı. Dave Curtis ve Bobby Woodman da isteneni veremeyince onların boşaltıkları yerler Rod Evans ve Ian Paice tarafından dolduruldu. Deep Purple adını aldılar ve kısa bir İskandinavya turundan sonra, topluluk ilk albümünü kaydetmeye koyuldu. "Shades Of Deep Purple" "Hey Joe" ve 45’likler listesinde zirveye oynayan "Hush" gibi meşhur parçaların yeniden sunumlarını barındırıyordu. Yabancı topraklarda ünleri daha hızlı yayılan grubun uzun turneleri sona erdiğinde kendi ülkelerinde tanıtıma devam ettiler. Tina Turner, Neil Diamond gibi isimlerle birlikte çalışmalar da yapan Deep Purple kendi belirlediği çizgiyi korumaya da özen gösterdi.

1969 temmuzunda, Evans ve Simper, Episode Six’ten gelen Ian Gillan ve Roger Glover ile yer değiştirdi. Klasik Deep Purple olarak akıllara kazınacak bu yeni kadro Lord’un yazdığı "Concerto For Group And Orchestra"yı Londra Fiarmoni Orkestrası ile kaydettiler. Ardından gelen ve "Speed King" ve "Child In Time" gibi parçaları içeren "Deep Purple In Rock" çalışması topluluğun ağır metal türünün vazgeçilmezleri arasında yer alacağını duyuruyordu. Gillan’ın güçlü sesi müziklerine yeni bir boyut kazandırmış oluyordu. Bu yeni kazanılmış şöhret Avrupa kıtasında "Black Night" ile iyice perçinlenecekti. "Strange Kind Of Woman" listelerde iyi bir noktaya gelen bir başka çalışma oluyordu. "Fireball" ve "Machine Head" ise zirveye adını yazdıran iki albüm oldu. Son saydığımızın içindeki parçalardan biri olan "Smoke On The Water" sert rock müziğin tarihine geçmiş bir çalışma olma başarısını gösterecekti... Albüm aynı zamanda topluluğun kendi kurduğu Purple Plakçılıktan çıkan ilk albüm oldu. Platin plak ödüllü "Made In Japan" canlı sunumlarıyla neler başarabileceklerini çok iyi ortaya koyuyordu.

Üyelerin kendi aralarında ise ipler son derece gergindi. "Who Do We Think We Are!" bu çok başarılı kadronun bitişinin habercisi olacaktı. Gillan ve Glover’ın ayrılışı, David Coverdale ve Glenn Hughes’in gelişiyle yeni özellikler kazanan topluluğa yine de epey pahalıya mal olacaktı. "Burn" ve "Stormbringer" İlk 10 listesinde başarılı oldular. Blackmore’un istediği bu değildi. Gidişattan memnun olmayan Blackmore 1975 mayısında Rainbow’u kurmak amacıyla Deep Purple’dan ayrıldı. Bir anlamda onu yetim bıraktı. Tommy Bolin Mor Topluluk’a "Come Taste The Band" albümünde eşlik etti. Ne var ki, farklı tarzlarının birlikte yürümesi mümkün değildi. Deep Purple üyeleri yol ayrımındalardı. Sonuç olarak her biri farklı bir yol izleyerek müzik yaşamlarına kendi oluşturdukları topluluklarda ya da başka müzisyenlere eşlik ederek devam ettiler. Madde bağımlısı Bolin ise bir kaç ay sonra uyuşturucudan öldü.

"En İyileri" albümleri, toplama çalışmalar, Deep Purple’a doyamayanları bir süre daha oyaladı. 1984 yılında Gillan, Lord, Blackmore, Glover ve Paice "Perfect Strangers" çalışmasını tamamladıklarında bir "yeniden birleşme" rüzgarı siyordu. İkinci bir deneme "The House Of Blue Light" ise Gillan ile Blackmore arasındaki bir tartışmadan dolayı başlar başlamaz bitiverdi. Rainbow eski üyesi Joe Turner, Gillan’ın boşalttığı yeri 1990 yılının Deep Purple’ı yeniden canlandıracak "Slaves And Masters" albümü sırasında doldurdu. Gillan 1993’te topluluğa yeniden katıldıysa da hemen ardından ayrılıverdi. Yolgeçen hanına dönen Deep Purple’ı, "babası" Blackmore, yine bıraktığında bu sefer yerini bir başka yetenekli isim Joe Satriani alıyordu.
1996’daki "Purpendicular"ı kaydeden kadro Steve Morse, Lord, Gillan, Glover ve Paice’den oluşuyordu. Şimdi ise Morlar, yapımcılarının peşi sıra çıkardıkları toplama albümlerle; "altın diskler", "binyılın seçmeleri", "özel bölümler" ile müzik severlerin karşısına çıkıyor...

Deep Purple, Led Zeppelin ve Black Sabbath gibi öncü topluluklardan önce ağır metal basit, kaba bir müzik türüydü. Bu topluluklarla birlikte ağır metal yeni, daha soylu bir kimlik kazandı.

Diskografi

2002
20th Century Masters: The Millennium Collection...

2001
The Deep Purple Family
MK III: The Final Concerts

2000
Extended Versions
The Very Best Of Deep Purple
Live At The Royal Albert Hall

1998
House Of Blue Light
Come Hell Or High Water
Gemini Suite

1997
Archive Alive!
Private Parts: The Album

1996
Purpendicular
Breaking The Waves
Live At The California Jam
King Biscuit Flower Hour Presents

1993
Dazed And Confused
The Battle Rages On
Made In America

1992
Knocking At Your Back Door...

1990
Slaves And Masters
Bu
Stormbringer
Fireball
Machine Head

1989
Deepest Purple

1988
When We Rock We Rock & When We Roll We Roll

1987
In Rock

The Revolters


The Revolters; 2006 yazında, vokal ve gitarda Serhat Erman, geri vokal ve gitarda Berkan Tomay, bassta İbrahim Kent ve bateride, sonradan gruba katılan Murat Şahin'in ortak umutları, hedefleri ve müzikal zevkleri üzerine temellenerek kuruldu. Tarzını Indie Rock / Post Punk / Brit Retrospektif şeklinde konumlandıran grup, son yıllarda yükselişe geçen "Gitar Grubu" akımından etkilendiğini, yaptığı ilk bestelerde göstermeye başladı.

The Revolters'ın ilk EP'sinde, punk öncesi döneminden new school ekolüne ve 70'ler sonu punk sonrası tarzına kadar geniş bir etkileşim alanı göze çarpıyor. EP'nin açılış parçası "Step by Step", binlerce kez yüklenerek internet listelerinde büyük başarı yakaladı. Agresif ve kışkırtıcı sahne performansıyla MC5 ve The Stooges'i anımsatan The Revolters, sahne duruşuyla da birçok çevre tarafından ilgiyle izleniyor. Öyle ki The Revolters, kuruluşunun henüz 8. ayında Bulgaristan ve Romanya'da yapılacak festivallerden teklif almış ve sesini daha geniş çevrelere duyurma yolunda adımlar atma başarısı göstermiş.

Üç aylık bir stüdyo maratonunun ardından, grup ilk konserini İstanbul’un önde gelen mekanlarından Bronx'ta verdi. The Revolters daha sonra belli aralıklarla bu mekanda canlı performans sergilemeye devam etti ve Direc-t'in ön grubu olarak sahne aldı. Grup aynı zamanda; Gölge Bar, İzmit Zom, Ekşi Limon gibi mekanlarda da müzikseverlerle buluştu. Kemancı'da tekrar Direc-t'in ön grubu olarak sahne aldı, Studio Live'da iki konser verdi. Grup; 2007 yazı için Barışarock Festivali ve Sofya'ya Ostava grubuyla vereceği konser, 2008 baharı için ise Groningen Indie Festival'da sahne almak için görüşmelerini sürdürüyor.

Uluslararası alanda etkin, büyük bir plak şirketiyle birlikte çalışma hedefini koruyan The Revolters, 5 şarkılık EP'siyle MySpace Top Artists Indie List ve Post Punk List'te birinci, Punk List'te ise ikinci sıraya kadar yükselmiştir. Yaz sonunda çıkaracakları 2. EP'leri için çalışmalarını sürdüren topluluk, konserlerinde çoğunlukla kendi bestelerini çalıyor ve etkilendikleri grupların şarkılarını yorumluyor.